İstihdam Nedir? Nasıl Sağlanır
|İstihdamın artırılmasına yönelik çok çeşitli politikalar uygulanmış ve uygulanmaya devam etmektedir. Bu politikaların en başında şüphesiz ki aktif iş gücü piyasası programları (AİPP) gelmektedir. Bu programlar aracılığıyla kişilerin becerileri ve böylece istihdam edilebilirlikleri artırılmaktadır. Ancak kişilerin istihdam edilebilirliklerinin artırılması işsizlik sorununun çözümünde tam olarak etkili olmamaktadır. Daha fazla kişinin istihdam edilebilmesi için iş gücü piyasalarının daha fazla istihdam olanağına sahip olması gerekmektedir.
İstihdam kavramı, ücretli çalışma olgusu ile birlikte sanayi devrimi yıllarında ortaya çıkmıştır. 1929 yılında yaşanan Büyük Buhran neticesinde işsiz kalan insanların hem mikro hem de makro düzeyde karşılaştıkları problemler neticesinde, iktisat bilim dalı açısından da konunun önemi anlaşılmıştır.
İstihdam kavramını dar ve geniş olmak üzere iki şekilde ele almak mümkündür.
Geniş anlamda istihdam; bir ülkenin sahip olduğu emek, toprak ve sermaye kapasitesi gibi üretim unsurlarının bir dönem içerisindeki kullanılma derecesini ifade eder. Üretim sürecinde bahsi geçen faktörlerin kullanılma oranları, o faktörün istihdamı olarak kabul edilir.
Dar anlamda istihdam ise; ülkede ekonomik faaliyetlere katılacak durumda olan insan gücünün çalıştırılma seviyesini ifade eder. Dar anlamda istihdam tanımı yapılırken, üretim faktörlerinden sadece emek unsuru ele alınmakta ve onun üretimde kullanılma oranına odaklanılmaktadır.
Bu noktada istihdam ve çalışma kavramları arasındaki farka vurgu yapmak gerekir. İki kavram birbirinden farklı olmakla birlikte, temel ayrım noktası gelir elde etme amacıdır. ”İstihdam belirli bir getiri (ücret, kar gibi) karşılığında çalışmayı tanımlarken, çalışma kavramı (ev kadınının çalışması, öğrencinin ders çalışması gibi) ise daha genel bir kavramdır ve tanımının içinde parasal bir kaşılık yer almamaktadır.”
Günümüzde bilim ve teknoloji alanındaki değişmeler ve özellikle enformasyon teknolojisindeki gelişmeler sayesinde bilgi daha hızlı yayılmaya, ülkeler arasındaki sınırlar kalkmaya, mallar ve hizmetlerin yanı sıra sermaye de kolaylıkla yer değiştirmeye başlamıştır. Bütün bu gelişmeler; başta endüstriyel ilişkiler olmak üzere üretim teknolojileri, işletmecilik anlayışı, pazarlama, insan kaynakları yönetimi ve eğitim gibi pek çok alanda hızlı bir değişimi ortaya çıkarmıştır. Söz konusu değişim, istihdam alanında da gerek nicel gerek nitel bazda etkilerini hissettirmiştir.
İstihdamın sahip olduğu çok boyutlu yapı, çeşitli ekonomik olgularla kurduğu ilişki ile daha anlamlı hale gelmektedir. Bu çerçevede iktisat bilim dalının üzerinde çalıştığı konulardan birisi toplam harcamalar düzeyi ile istihdam arasındaki ilişkidir. Klasik görüşün önde gelen ismi Keynes’e göre milli gelir ve istihdam arasındaki doğru orantılı ilişki büyük bir öneme sahiptir ve ekonomi doğal sürecinde tam istihdamda dengeye gelecektir.
Milli gelir kavramı; faktörlerin getirisi olan ücret, kira, faiz ve kar unsurlarının toplamına eşittir ve büyüme de faktör kullanımındaki artış anlamına gelmektedir. Milli gelirin artışı faktörlerden bir veya birkaçının artışına bağlı olsa da istihdam artışı bu faktörlerin tamamının artmasına bağlıdır. Özellikle denge durumlarında, söz konusu artışın gerçekleşmesini sağlayanlar, yatırım yaparak riski üstlenen girişimcilerdir.
Konunun daha iyi anlaşılması için faktörlerden sermayenin arttığı bir durum ele alınabilir. Böyle bir durumda yeni teknolojik yatırım neticesinde istihdamın azalacağı öngörülebilir çünkü yeni teknoloji emeği ikame edecektir. Üretimin etkinleşmesi neticesinde ise milli gelirin daha da artacağı savunulabilir lâkin bu, uzun dönemde gerçekleşecektir. Tam da bu noktada milli gelir analizinde dönemsellik olgusu ön plana çıkmaktadır. Uzun dönemde, teknolojik yatırımın payının istihdamdaki artıştan daha çok artması sebebiyle istihdam ve milli gelir arasındaki ilişki “kısa dönem” için yüksek, “uzun dönem” için düşük olmaktadır. İstihdam için gerekli olan diğer unsurlardan bir kısmı teçhizat, stoklar ve diğer mali kaynaklara gereksinimlerdir. Dolayısıyla istihdamın dengeye gelmesi ve sürdürülebilir olması, bahsi geçen unsurların başarılı bir yönetimle idame ettirilmesini gerektirir. Bunu sağlamak için ise optimal kapasite, optimal stok ve optimal sermaye yapısını kurmak şarttır.
Ekonomideki gelişim ve istihdam arasındaki ilişkiyi açıklayan unsurlardan bir diğeri de, toplumun talep ettiği malların nitelikleridir. Eğer talep, istihdam esnekliği zayıf olan mallara yönelik olursa, ürünü satan girişimcinin geliri artacak, lâkin ücretli çalışanlara olan yansıması daha kısıtlı kalacaktır. Bunun sebebi olarak talebin ileri üretim teknolojisi içeren ürünlere kaydığı durumda ürün için ödenen fiyatta emek faktörünün katkısının daha az olması gösterilebilir. Bireysel olarak ücretlerde bir azalma gözlemlenmese de, ücret faktörünün toplam ekonomi içinde aldığı payın azalması ile bu durum ortaya çıkmaktadır. Buradan yola çıkarak büyüme ile istihdam ve toplam ücret gelirleri arasında negatif yönlü bir ilişki olduğu söylenebilir. Azalan işgücü talebini ve istihdamı tekrar artırmanın yolu ise, elde edilen karın tekrar yatırıma dönüştürülmesidir.
İstihdamın artırılmasına yönelik çok çeşitli politikalar uygulanmış ve uygulanmaya devam etmektedir. Bu politikaların en başında şüphesiz ki aktif işgücü piyasası programları AİPP) gelmektedir. Bu programlar aracılığıyla kişilerin becerileri ve böylece istihdam edilebilirlikleri artırılmaktadır. Ancak kişilerin istihdam edilebilirliklerinin artırılması işsizlik sorununun çözümünde tam olarak etkili olmamaktadır. Daha ‘azla kişinin istihdam edilebilmesi için işgücü piyasalarının daha fazla istihdam olanağına sahip olması gerekmektedir, stihdam olanaklarının artırılması ise, bir önceki paragrafta da bahsedilen karların yatırıma dönüştürülmesi neticesinde iş oluşturulması yoluyla çözümlenebilecek bir husustur. Küresel işsizliğin düşürülmesinde ya da daha fazla yükselmesinin önlenmesinde ekonomik büyüme ile iş oluşturma arasındaki bağlantının güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, insana yakışır ve üretken işlerin oluşturulması, işsizliğin azaltılmasında ve çalıştıkları halde yoksulluk içinde yaşayan kişi sayısının aşağıya çekilmesinde kritik bir yere sahiptir.
İş oluşturma kavramının, temelde iki farklı alana vurgu yaptığı değerlendirilmektedir. Bunlardan ilki, teknolojik gelişmeler, yenilikçilik ve ArGe faaliyetleri sonucu işgücü piyasasında daha önce var olmayan işlerin ortaya çıkmasıdır. Özellikle günümüzde bilgi teknolojilerinin gelişimiyle yeni işlerin ortaya çıkması hız kazanmıştır. Bir diğer iş oluşturma ise, istihdam olanaklarının artırılması yoluyla gerçekleşmektedir. Bir başka deyişle, işletmelerin istihdam kapasitelerini artırmaları, esnek çalışma, yarı zamanlı çalışma gibi farklı istihdam şekillerinin yaygınlaşması sonucu istihdam olanaklarının artmasıdır.
İş oluşturma politikasına yönelik olarak dar, geniş ve daha geniş olmak üzere üç farklı tanımlama yapılmaktadır. Dar anlamıyla iş oluşturma politikası, doğrudan iş oluşturmaya yönelik politik müdahaleyi içermektedir. Bu müdahale, ekonomik gelişme ve işgücü piyasası politikalarıyla sınırlı bir alanı kapsamaktadır. Bu politikalar yeni işler oluşturulmasını aktif olarak destekleyen teşvikler oluşturmak anlamına gelmektedir. Bu teşvikler finansal olabileceği gibi yapısal da olabilmektedir. Ancak tüm teşvikler temel olarak iş oluşturmayı amaçlamaktadır.
Geniş anlamda iş oluşturma politikası, sadece doğrudan iş oluşturma politikalarını değil, aynı zamanda dolaylı iş oluşturma politikalarını da içermektedir. Bu tanımın bir sonucu olarak, iş oluşturma politikası istihdam edilebilirliği iyileştirmeye (eğitim ve yetiştirme önlemleri) ve işe yerleştirmeye (iş ve işçi bulma programları) yönelik tüm AİPP’leri kapsamaktadır. Bu bakımdan işgücü piyasasına erişimde fırsat eşitliğinin önünde duran engelleri ortadan kaldırmayı hedefleyen, ancak kendi başlarına ek istihdam olanakları oluşturmayan politikalar da iş oluşturma politikası içinde sayılmaktadır.
Çok daha geniş bir tanım altında ise iş oluşturma politikası, işgücü piyasasını ve istihdam haritasının bileşimini hep birlikte doğrudan veya dolaylı etkileyen ve topluca istihdam artışını pekiştirmeyi amaçlayan bütün politika ve önlemleri kapsamaktadır. Bu tanım “istihdam Stratejisi” ya da “iş Oluşturma Stratejisi” olarak adlandırılabilecek stratejilerin temelini oluşturmaktadır,
istihdamın artırılması ve işsizliğin azaltılmasına yönelik uygulanan politikaların ağırlıkları ve kapsamları ülkeden ülkeye değişiklik gösterse de, genel olarak bakıldığında, uygulanan politikaların birbirine benzer oldukları görülmektedir. Bu kapsamda hemen hemen tüm ülkelerde en fazla ön plana çıkan iş oluşturma araçlarının girişimcilik ve sübvanse edilmiş istihdam olduğu görülmektedir. Bunun dışında esneklik, yarı zamanlı çalışma gibi farklı istihdam şekillerinin desteklenmesi, yatırımların teşvik edilmesi, iş oluşturma kapasitesi yüksek olan sektörlerin desteklenmesi, ArGe ve yenilikçilik faaliyetlerinin artırılması, son dönemlerin kavramı olan “yeşil işler”in desteklenmesi gibi diğer uygulamalar da iş oluşturma politikalarının temelinde yer almaktadır, Keynes’in analizinde eksik olan nokta, milli gelir ile istihdam arasındaki ilişkiyi sağlayan temel unsur olan girişimciye düşen rolün yeterince açıklanmamış olmasıdır. Azalan işgücü talebini ve dolayısıyla istihdamı artıracak en önemli unsur olan yatırımı gerçekleştirilecek kişiler girişimcilerdir.
Girişimci, mal ve hizmet üretmek amacıyla üretim faktörlerini bir araya getiren, hedeflediği ürün ya da hizmette katma değer yaratan ve bu anlamda mevcut pazar içerisinde kabul edilebilen riskleri alabilen bireydir. Girişimciler ürün ya da hizmet sundukları bölge ya da bölgelerin yerel ihtiyaçlarını tutarak bir yandan talebi karşılamakta diğer yandan da yerel alanda iş ve istihdam oluşturmaktadır. Bu çerçeveden bakıldığında, girişimciliğin iş oluşturma kapasitesinin yüksek olduğu ve bu konuda önemli bir araç olduğu anlaşılmaktadır.
Yatırım ile istihdam iç içe geçmiş olgulardır, istihdam olanaklarının artmasında şüphesiz ki yatırımların büyük payı bulunmaktadır. Fiziki değerler elde edilmesi sonucu gerçekleşen doğrudan yabancı sermaye yatırımları istihdam olanaklarının artmasında öneme sahiptir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları, yatırımın gerçekleştirildiği ülkeye dövizle birlikte sahip olduğu teknolojiyi, bilgiyi de getirmektedir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının hem sermayenin geldiği hem de ev sahibi ülke açısından istihdam oluşturma etkisi bulunmaktadır. Yatırımcı ülke, bir yandan yatırımlara ev sahipliği yapan ülkenin istihdamını artırırken öte yandan da bu yatırımları idare edecek personeli, genellikle, kendi ülkesinde istihdam ederek kendi işgücü piyasasında istihdam olanakları oluşturmaktadır.
Sübvanse edilmiş istihdam, iş oluşturma politikaları kapsamında en az girişimcilik kadar başvurulan yöntemlerden biridir, istihdama yönelik sunulan teşvikler uygulama açısından ülkeden ülkeye çeşitlilik gösterse de, amaç hepsinde aynıdır, Türkiye ve Kıta Avrupası ülkelerindeki gibi sosyal refah anlayışının benimsendiği ülkelerde çalışanların korunması amacıyla işverenler üzerindeki mali yükler artmaktadır. Bu durum da, işverenlerin ek istihdam oluşturmalarına engel oluşturmaktadır, istihdam teşvikleri bu durumu tersine çevirme amacını taşımaktadır, işverenlerin istihdamdan kaynaklanan mali yüklerini teşvikler aracılığıyla hafifleterek daha fazla kişiye istihdam olanağı sağlamaları amaçlanmaktadır.
Sonuç olarak, 1970’lerde hızlanan ve 1980’lerden günümüze ise yoğunlaşarak devam eden bilimsel ve teknolojik değişimler; yaşamın bütün alanlarıyla birlikte mal ve hizmet üretim sürecini, çalışma yaşamını ve dolayısıyla çalışanları etkilemiştir. Bu değişim, sosyal olarak önemli bir konuma sahip olan istihdam kavramının yapısını çok boyutlu hale getirmiş ve küresel anlamda ses getirecek dönüşümlere dahi neden olmuştur, istihdamın bir süreç olarak idare ve yönetimi noktasında, sosyal riskleri ve toplumsal talepleri de göz önünde bulundurarak, klasik politikaların dışında pek çok yeni yöntem gündeme gelmiş ve uygulanmaya başlanmıştır. Bu bağlamda; girişimcilik, yatırım, teknoloji, istihdam, insana yakışır çalışma ve işsizlik gibi kavramlar gelecekte daha sık karşılaşacağımız ve önemini hiçbir zaman kaybetmeyecek olgulardır.
Sonuç olarak, 1970‘lerde hızlanan ve 1980’lerden günümüze ise yoğunlaşarak devam eden bilimsel ve teknolojik değişimler; yaşamın bütün alanlarıyla birlikte mal ve hizmet üretim sürecini, çalışma yaşamını ve dolayısıyla çalışanları etkilemiştir. Bu değişim, sosyal olarak önemli bir konuma sahip olan istihdam kavramının yapısını çok boyutlu hale getirmiş ve küresel anlamda ses getirecek dönüşümlere dahi neden olmuştur, istihdamın bir süreç olarak idare ve yönetimi noktasında, sosyal riskleri ve toplumsal talepleri de göz önünde bulundurarak, klasik politikaların dışında pek çok yeni yöntem gündeme gelmiş ve uygulanmaya başlanmıştır. Bu bağlamda; girişimcilik, yatırım, teknoloji, istihdam, insana yakışır çalışma ve işsizlik gibi kavramlar gelecekte daha sık karşılaşacağımız ve önemini hiçbir zaman kaybetmeyecek olgulardır.