Hikâye Nedir ve Nasıl Ortaya Çıkmıştır?
|Hikâye Nedir ve Nasıl Ortaya Çıkmıştır?,Hikâye Nedir,Hikâye Nasıl Ortaya Çıkmıştır,Hikayenin Anlamı Nedir,Hikaye Ne Demek,Hikayenin Anlamı
Hikâye Nedir ve Nasıl Ortaya Çıkmıştır?
Hikâye türü,konuları ve hacimleri itibariyle,değişik dönemlerde farklı özelliklere sahip olsa bile,bütün milletlerin edebiyatlarında daima var olmuştur. Eğlendirmek veya ahlâk dersi vermek amacıyla anlatılanlardan,destan ve masallara kadar,toplumların hafızalarında yer alan sözlü kültür ürünlerine önceleri hikâye adı verilmiştir. Dolayısıyla hikâye,insanların toplu yaşamaya başladıkları zamandan beri var olan ve adından söz edilen bir anlatı türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazının gelişmesi,edebi metinlerin artması ve değişik tarz ve türlerde eserlerin ortaya çıkması,edebi türlerin ayrılmalarını ve yeni adlar almalarını zorunlu kılmıştır. Önceleri “hikâye”,anlatım esasına bağlı bütün metinlerin ortak adı olduğu halde,sonraları sadece tek olay örgüsüne sahip kısa metinlere denilmiştir. Bu anlamıyla hikâyenin başlıca özelliği değişik uzunlukta olmakla beraber,romana göre çok kısa olması,kişi sayısının azlığı ve gerilimin anlatımdaki yoğunlukla sağlanmasıdır.
HİKÂYENİN TOPLUMSAL YÖNÜ ŞÖYLE ANLATILMAKTADIR:
“Toplumsal bir olgu olarak hikâye,anlatım sırasında önem kazanan yer ve zaman verilerinin en alt düzeyde ayrıştırılmasıdır. Edebiyat türlerinin gelişimi bakımından olayın sınamayı ve serüveni yaratması ölçüsünde hikâye tarihsel olarak romana öncülük eder. Çağdaş edebiyat kuramında,hikâyenin roman ya da roman dışı tüm anlatım yollarının organik biçimini sunduğu düşüncesi benimsenmiştir. Simgesel zamansallık içeren dış gerçeğe dönük bir metin olarak tanımlanan hikâye,biçimsel bir indirgemeye uğrayabilir. Bu indirgeme,temel anlamsal bütünün yapısal verilerle ele alınmasıdır. Lévi-Strauss’un mitolojik çözümleme sonuçlarından ve Vladimir Propp’un Rus halk masallarındaki sistem incelemelerinden kaynaklanan hikâye çözümlemeleri,birbirine yakın,ama farklı iki niteliğin bağlaşımından doğan çekirdek bir hikâyenin varlığını ortaya koyar: Bağlaşım,bir bağdaştırma ve dönüşüm işlemi çerçevesinde anlatımın konusunu oluşturur. Bağdaştırmanın yapısının ve işleminin belirleyici ayrıntıları ne olursa olsun,edebiyat kuramında,bir eylem mantığı egemendir,bu eylem hem hikâyenin ilk biçimindeki yargısallığı,hem de romanın titiz yaklaşımını bir arada tutmaya yarar. Bu durum,seçmeli,ama kurucu organik mantığa bağımlı önermelerin birbirine eklenmesi ve söz konusu mantığın karıştırılmasıyla nitelenir.”* Bu açıklamadan da anlaşılacağı gibi işlenişte nasıl farklılıklar olursa olsun basite indirgendiğinde hikâye ve roman olay kurgusunda birleşmektedirler.
Bir edebî tür olarak ise hikâye,bugünkü yapısıyla Batı’da başlamıştır. Bütün ülkelerde Antikçağ’dan beri,hatta yazıdan önce sözlü veya yazılı olarak hikâye adıyla anlatılagelenler daha çok masal ve efsane adına uygun düşer. Türk edebiyatındaki Dede Korkut,Kerem ile Aslı veya Köroğlu gibi eserler böyle olduğu gibi Herodotos’un Tarih’inde anlatılan bazı öyküler de böyledir. Hikâye,en çok Ortaçağ gerçekçiliği sayesinde gelişmiştir. Sağlam bir hikâye geleneğine sahip olan Hint Edebiyatının ürünleri çeviriler yoluyla Ortaçağ boyunca Avrupa’ya yayılmıştır. Hikâye ilk büyük başarısını İtalya’da Boccacio’nun nükte ve maceranın iç içe geçtiği eserleriyle kazanmıştır. Daha sonra Rönesans döneminde Ciece da Ferrara ve Aristo gibi yazarların Boccacio’yu taklit ederek yazdıkları manzum hikâyeler modern hikâyenin başlangıcı olmuştur. Fakat hikâye ancak 19.yy.da romantizm ve realizm akımlarının gelişmesiyle bağımsız bir edebî tür haline gelebilmiştir.
*:Axis Büyük Ansiklopedi,1999,Cilt 6,sf.62