BİR DALDA İKİ KİRAZ TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ VE SÖZLERİ NEDİR?

BİR DALDA İKİ KİRAZ TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ VE SÖZLERİ NEDİR?

Güle oynaya, neşe içinde arabamızla yol alıyorduk. Haydar amca önde, öğretmen arkadaşlarımdan Sinan ve Bahri de arkadaydılar.
Günler öncesinden planlamıştık, Haydar amcayı da alıp denize gitmeyi.
Aydın’ın sıcağı çekilmez oluyor yaz aylarında. Gölgede bile sıcaklık her zaman 40 derecedir daha fazlası değilse bile.
Amacımız, denize girmekten çok Haydar amca gibi bilgi küpü bir insanla bütün gün birlikte olmak, onun tatlı dilinden hoş sohbetler dinlemekti.
Gazeteler hatta televizyonlar gelip bulur Haydar amcayı ve onunla özel söyleşiler yaparlar. Atatürk’ün Aydın’a gelişinde ellerini kurutması için kendisine havluyu tutmuş biriymiş henüz sekiz yaşında bir mektepliyken.
Halkevinde eğitimini almış, kütüphanesinden sorumlu olmuş, köy enstitüsünden mezun olmuş, sadece bir öğretmen değil, çok iyi bir tarihçi, çok iyi bir edebiyatçı, çok iyi bir sanatkârdı resim yapma konusunda Haydar amca.
Bir başka yönü daha vardı ki, işte, biz asıl o yönü için birlikte olmak istiyorduk. Derin bir felsefe bilgisine sahip bir filozoftu adeta.

Gitmeye karar verdiğimiz Milli park civarı, sabahın erken saatlerinde denize girmek, orada piknik yapmak isteyen insanlarla dolardı. En güzel ağaç gölgesini, en iyi yeri zamanında kapabilmek için sabah erkenden yola çıkmıştık. Sökmekte olan şafak, yolara, evlere, ağaçlara henüz çok az rengini çok az ışığını yansıtmıştı. Hepimizin üzerinde henüz uyku sersemliği olsa da, Geçireceğimiz güzel günün sevinciyle neşeli sohbetlerle başlamıştık yolculuğumuza.
Bir siren sesi, havayı yardı ve kahkahalarımızı parçalayıp dağıttı. Dikiz aynasından baktığımda bir ambulansın arkama kadar yanaştığını gördüm. Derhal sağa kıvırıp direksiyonu, yol verdim kendisine.
Sirenden sonraki sessizliği Haydar amca bozdu yine. Fuzuli’nin su kasidesini okumaya başladı ezberden.

Şiiri bitirince durdu bir ara, sonra bana dönüp, buyurgan bir tavırla:
-Sazını getirdin mi sen? Dedi.
-Getirdim Haydar amca.
-İyi. Bana Bodrum Hâkimi’ni çalıp söylersin gayri, dedi.

En önce varanlardandık Milli Park’a. En güzel yeri de kendimiz için kapladık bu yüzden. Ege denizi sabahın bu saatinde inanılmaz güzel bir türkuaz renkle kımıltısız duruyordu ayaklarımızın dibinde. Karşımızda sanki yüzerek gidebileceğimiz kadar yakın hissini veren Samoz adası. Arkamızda çam ormanları ve tepeler.
Hemen kahvaltı hazırlıklarına başladık el birliği ile.
Henüz kahvaltı faslımız bitmeden, etrafımız insanlarla dolmuştu. Artık yeni gelenlere ücra köşelerde denizden uzak yerler kalmıştı.

Ege güneşi o saatlerde bile ortalığı yakıp kavurmaya başlamıştı.

Ben pek sevmem suda fazla kalmayı. Şöyle bir girip çıktım denize. Sinan ve Bahri benim aksime denize bir girdiler mi çıkmak akıllarına gelmezdi. Artık öğlene kadar geleceklerini de sanmıyordum. Onlar şimdi önce yüzerler, sonra suda şakalaşırlar, sonra çıkıp sahilde uzunca yürürler, belki ormanlık alanın içine girerler, bilirim onların bu tutkularını.

Haydar amca yoldan aldığımız gazetesine dalmıştı. Havluyla kurunup yanına ilişiverdim. Bir de semaver çayı aldım önüme. Uzanıp denizi, denize giren insanları, etraftakileri izlemeye başladım.

Kendi halime baktım sonra. Aldığım keyiften utandım. Eşimden boşanmıştım ve çocuklarım onunla kalıyordu. İlk kez kendim için, kendi zevkim için çocuklarım olmadan bir yere gelmiş eğleniyordum. Yaşantımın tümü için düşlemiş olduğum şey bu değildi. Çocuklarımla birlikte olabilme konusunda, elimin kolumun bağlı olduğu gerçeğini tiksintiyle kabul etmiştim. Az önce buz gibi suya girip yüzmek isteyince, sadece bedenim titremedi ruhum da titremiş olacak ki, gözümün önüne gelip dikildi çocuklarım. Var olmak, kendim olmak için hızla çıkıp bu gölgeye, Haydar amcanın yanına sığındım. Başımı kollarımın üstüne dayadım. Üzerime sessiz bir ümitsizlik çöktü.

Ne kadar zaman geçti aradan bilmiyorum, Haydar amcanın sesiyle kendime geldim. Yüzünü bana dönmeden, arkası dönük:

-Berbat bir yaşantın var, dedi. Denizden kaçar gibi çıkışını, buraya çöküşünü gördüm. Hatta, duygularının ağır kokusundan anlayabildim bunu. Bir yığından farkın yok. Öyle karışıksın ki, bu bin bir parçaya bölünmüş halinle her şeyi yapmacık yapıyor gibisin. Anlatılan fıkralara gülüşün, ince belli çay bardağını kavrayışın, şu muhteşem tabiata bakışın, arkadaşlarınla şakalar yapışın hepsi yapmacık sanki. Bu şekilde nereye varacağını sanıyorsun?
-Bilsem Haydar amca, bir bilsem bunu.
-Bileceksin. Sen bilmelisin bunu.
-Beni tanıyorsun işte Haydar amca, aile durumuma kadar her şeyi biliyorsun.
-Biliyorum elbette. Eşinden boşanmış, çocuklarından ayrılmış ilk insan sen değilsin ki. Ne yalan söyleyeyim, en az senin kadar hanım kızımı da severdim. Tamam, tencere kapak misali değildi sizin evliliğiniz, ama o kadıncağız da iyi bir insandı. Çocuklara çok iyi annelik yapacağından hiç şüphem yok.
-Öyle olmasına öyle de, Haydar amca, zor be. Belli bir yaştan sonra, o şaşalı yaşamdan sonra, zorla inzivaya çekilmiş gibi, yalnız başına olmak, yarının ne getireceğini bilmemek çok zor.
-Yalnızlık mı? Şu anda ben yok muyum yanında? Sinan öğretmenle Bahri öğretmen yoklar mı? Hâlâ mı yalnızsın? Yalnızlığın adı konulacaksa, bak, ben 78 yaşımdayım hiç evlenmedim ve nerdeyse benim yaşımda olan kız kardeşimle yaşıyorum yıllardır. Ama ben kendimi asla yalnız hissetmedim.
-Beni anlarsan sen anlarsın Haydar amca. Ben kalabalıklar içerisinde bile yalnız hissediyorum kendimi.
-Fena, çok fena! Bir bütünün içinde olmamanın eksikliği, bu bütüne ister kalabalıklar de, ister arkadaşlar istersen aile de, böyle bir eksiklik böyle bir duyguya sahip olmak, insanı cehalete, korkuya ve kendi kendini imha etmeye mahkûm eder. Hasta olur insan, çöker.
-Değişen hiçbir şey yok Haydar amca. Dışarıda da olsam, kalabalıklar içinde de olsam yalnızlığım beni terk etmiyor.
-Değişmelisin. Kendin değişmelisin. Dışındaki dünyanın değişmesini bekleme boşuna. Onu değiştirecek olan da sensin. Sen değiş ki, değişmiyor dediğin şeyler de değişsin. Böyle kabuğuna çekilirsen yalnızlığa bağımlı hale gelirsin ki onun sonu çok fena olur işte.
-Sevmiyor da değilim yalnızlığı be Haydar amca. Gerçekten de, sanki yıllarca özlemle beklediğim bir şeymiş gibi bu yalnızlık.
-Evet, işte anlatmaya çalıştığım bu. Bunu kendin yaratıyorsun. Kimse seni bir şeye bağımlı kılamaz. Bu seçim senin iradenle olur ancak. Bile bile yalnızlığı seçip ona bağlanıyorsun. Onun için değişmelisin diyorum.
Umutsuzluğa kapılan birinin yorgun sesiyle:
-O halde ne yapmalıyım? Dedim.
Bu kez bir baba şefkatiyle yüzüme gülümsedi ve bana doğru yaklaştı.
-Al şu sazını da, çalıver benim türkümü, dedi.

Ben çaldım o söyledi yorgun yaşlı sesiyle. Ama dokunaklı.

Bodrumlular erken biçer ekini
Feleğe kurban mı gittin Bodrum Hakimi
Nasıl astın Mefaret hanım kendi kendini
Altın makas gümüş bıçak ile doğradılar tenini

Türküyü bitirince:
-Biliyor musun sen bu Bodrum hâkiminin öyküsünü? Dedi.
-Biliyorum.
-Bileceksin tabi, televizyon programı yapmış adamsın sen.

Uzandığı yerden doğruldu, sırtını gölgesinde oturduğu ağaca yaslayıp, eliyle çok yakınımızda karşımızdaki Samoz adasını gösterip:
-On bir on iki yaşımdayken buraya çok geldim şu adaya bakmak için biliyor musun? Rum komşumuzun kızı vardı adı Asta idi. Asta Yunancada yıldız demek. Yıldız gibi parlayan bir yüzü vardı Asta’nın da. Aynı mahallede, Torlaktaydı evimiz. Yedi eylül ilkokuluna gittik birlikte. Çocukça duygularımla aşıktım Asta’ya. Sonra bir gün mübadele anlaşması gereği toplanıp çekip gittiler ailesiyle birlikte. En son gidenler onlardı. Çok sonraları gittiler.
-Buraya ne diye gelirdin peki, Haydar amca.
-Bilirdik, duyardık işte, karşıdaki ada Yunan adasıdır diye. Biz ada da demezdik, doğrudan Yunanistan derdik. Çocukluk işte. Belki onu görürüm, salladığım mendili görür, ya da o bana mendil sallar oradan diye, yürüyerek buraya gelirdim. O zamanlar araba mı var minibüs mü? Nereye gitsen ya yürüyeceksin ya da eşek sırtında gideceksin.
Sonra biraz durdu.
-Sen bir dalda iki kiraz türküsünü biliyor musun?
-Biliyorum.
-Hah, işte onu çal, onun müziğine benzeyen bir Yunanca türkü söyleyeceğim. Asta’nın annesi mama Eleana’dan öğrenmiştim bunu. Hiç unutmadım.

Çaldım, söyledi Haydar amca.

“Hayde inyas passa migas taki sigarda pagi su, amaannn”

Haydar amca el çırparak söylüyordu. Çevrede oturanlar merakla ve tebessümle bizi izliyordu. Alkışla eşlik edenler de vardı.

Sallasana, sallasana mendilini
Akşam oldu göndersene sevdiğimi.

Sinan ve Bahri öğretmen de o sırada çıkıp geldiler. Bu neşeli havayı devam ettirtmek adına hem onlar hem de çevremizdekiler sokuldular yanımıza. Günün bundan sonrası türküyle, şarkıyla, çilingir sofrasının neşesiyle ve Haydar amcanın anlattığı birbirinden güzel yaşanmış tarihi hikâyeler ve komik anılarıyla akıp gitti.

Güneş, Samoz adasının ardına bir yerlerde denize dalar gibi kaybolunca biz de toparlanmaya başladık.
Sinan ve Bahri eşyaları arabaya yüklemek için uzaklaştıklarında yanımızdan, ben Haydar amcayla baş başa kalınca, yaklaşıp, elini omzuma attı, diğer eliyle elimi avcuna alıp, gözlerimin içine bakarak:
-Seninle sohbetimiz yarım kaldı. Çok eksik kaldı. Ne yapalım biliyor musun? Arada ikimiz baş başa gelip Samoz’a karşı oturalım ve ben sana Asta’yı anlatayım. Daha başka şeyleri de elbette. Hem o türküyü sana da öğretirim. Birlikte söyleriz. Değiştir artık türküleri de, neşeli şeyler söyle.
-Neşeli şeyler Haydar amca.
-Ha, şöyle! Ne demiştim? Sen değiş ki dünyan da değişsin.

Sinan ve Bahri yolda ısrarla Haydar amcanın o türküyü bir daha söylemesini istediler.

Arabada neşe içinde Aydın’a doğru gidiyorduk.

“Hayde inyas passa migas taki sigarda pagi su, amaannn”

Bir Dalda İki Kiraz-1

İstanbul-Ahmet Yamacı-Ahmet Yamacı

Bir Dalda İki Kiraz
Biri Al, Biri Beyaz
Eğer Beni Seversen
Mektubunu Sıkça Yaz

Sallasana, Sallasana Mendilini
Akşam Oldu Göndersene Sevdiğimi
Sallasana, Sallasana Saçlarını
Akşam Olsun Söyleyeyim Suçlarını

Bir Dalda İki Ceviz
Aramız Derya Deniz
Sen Orada Ben Burda
Ne Bed Kaldı Ne Beniz

Sallasana, Sallasana Mendilini
Akşam Oldu Göndersene Sevdiğimi
Sallasana, Sallasana Saçlarını
Akşam Olsun Söyleyeyim Suçlarını

Bir Dalda İki Elma
Birin Al Birin Alma
Kurban Olduğum Allah
Canım Al Yarim Alma

Sallasana, Sallasana Mendilini
Akşam Oldu Göndersene Sevdiğimi
Sallasana, Sallasana Saçlarını
Akşam Olsun Söyleyeyim Suçlarını

Add a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir